Yazılarım

Bilişsel Davranışçı Terapilerin Tarihçesi

Bilişsel davranışçı terapiler (BDT); uyumsuz düşünce, duygusal deneyim ve davranışları azaltmak, psikolojik bozukluk belirtilerini hafifletmek, işlevsel düşünce, duygusal deneyim ve davranışları teşvik etmek ve terapi kazanımlarının kendi kendine sürdürülmesini sağlamak amacıyla tasarlanmış bilişsel ve davranışsal yöntemlerden oluşan bir bütündür. Bilişsel davranışçı terapiler, gerçekten “ampirik” olan ilk psikoterapilerdir. “Ampirik” terimi, bu terapilerin dayandığı psikolojik kuramların bilimsel olarak geçerli ve bu kuramlardan doğan terapi yöntemlerinin bilimsel olarak etkili olduğunun kanıtlanmış olması anlamına gelmektedir.

Bilişsel davranışçı terapiler, farklı disiplinlerin birleşiminden doğmuştur. 20. yüzyılın ilk yarısında davranışsal öğrenme üzerine yapılan araştırmalar, 1950’lerden 1970’lere kadar süren katı bir davranışçı yaklaşımı tetiklemiştir. 1960’larda davranışçı yaklaşımdan bağımsız olarak gelişen bilişsel terapi, zamanla baskın olan davranışçı bakış açısıyla bütünleşmiş ve 1980’lerden itibaren “bilişsel-davranışçı terapi” adını almıştır. Günümüzde ise bilinçli farkındalık (mindfulness), kabul, şefkat ve düşünce odağından davranış odağına dönüşün altını çizen yeni nesil yöntemler ortaya çıkmıştır. Bilişsel davranışçı terapilerin tarihçesi üç “dalga” altında incelenmektedir. Birinci dalga davranış terapisi yöntemlerini, ikinci dalga bilişsel terapi yöntemlerini, üçüncü dalga ise bilinçli farkındalık (mindfulness) ve kabul temelli yöntemleri kapsamaktadır.

Birinci Dalga: Davranış Terapileri

1950’lerden önce ruh sağlığı alanında psikanalitik yaklaşım baskın konumdaydı. Psikanalitik terapiler; sorun ve çözüm odaklılık yerine kişisel geçmiş ve içgörü odaklı, uzunluğu ve seans sıklıkları nedeniyle maliyet etkinliği düşük, tedavi etkinliği açısından da plasebo etkisi veya kendi kendine iyileşmeden farksız sonuçlar veren yaklaşımlardı. Psikolojik bozukluklar yaşayan kişilerin etkin tedavi edilememesine ek olarak, 1940’lardan itibaren II. Dünya Savaşı gazilerinin yaygın olarak deneyimlediği psikolojik bozukluklar nedeniyle depresyon ve kaygı için etkin kısa süreli terapilere olan ihtiyaç mutlak bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu ihtiyacın zamanlaması, psikologların birkaç on yıldır yürüttükleri davranışsal öğrenme kuramı araştırmalarıyla örtüşmüştür. Davranış araştırmalarının bulgularının klinik uygulamaya uyarlanması ile davranış terapisi yöntemleri geliştirilmiştir. Maruz bırakma ve beceri eğitimi gibi davranış terapisi yöntemleri, güncel bilişsel davranışçı terapi uygulamalarının önemli bir parçasıdır.

 

John B. Watson korku koşullanması deneyleri, B. F. Skinner uyumsuz davranışların söndürülmesi ve uyumlu davranışların pekiştirilmesine dayalı davranış şekillendirme prensipleri ve Joseph Wolpe gevşeme egzersizleri destekli maruz bırakma tekniği ile kuram ve uygulamada davranış terapisi yöntemlerinin öncüleridir.

 

İkinci Dalga: Bilişsel Terapiler

1960’lı yıllarda yalnızca psikanalitik terapilerin değil, davranış terapisi tekniklerinin yeterliliğine de eleştiriler getirilmeye başlanmıştı. Pek çok araştırmacı ve uygulayıcı, psikolojik bozuklukların kuram ve tedavisinde yalnızca öğrenmeyi baz almayı yüzeysel bulmaya başlamıştı. Ampirik bulgular, salt davranış terapisinin karmaşık, ilişkisel vb. sorunlar için klinik etkinliği konusunda şüphe uyandırmaktaydı. Bilişsel psikoloji kapsamında düşüncelerin davranışları ve davranışların düşünceleri etkilediği bir dizi aracılık modeli geliştirilmekteydi. Sosyal psikoloji ise bireylerin etkileşimlerini ve diğerleri hakkındaki düşünce süreçlerini araştırmaya başlamıştı. Bilişsel devrime bir diğer katkı ise bilgisayar bilimi ve programlamanın ortaya çıkışıydı. Bu gelişme ile insan beyni bir bilgisayara benzetilmiş ve çalışma prensiplerini deşifre etme ihtiyacı doğmuştu. Terapide düşüncelerin rolünün vurgulanması çoğu ruh sağlığı çalışanı tarafından benimsendi. Davranış terapistleri artık yalnızca gözlemlenebilir davranışları değil, düşüncelerin rolünü de değerlendirerek hastaların yaşadığı zorlukları daha iyi anlayabilmekte ve bunlara daha etkin müdahale edebilmekteydi.

 

Albert Ellis, irrasyonel düşüncelere karşı çıkmayı ideal terapi yöntemi olarak vurguladığı rasyonel duygucu davranışçı terapi yaklaşımını, Aaron T. Beck ise bilgi işleme hataları, uyumsuz inançlar ve psikolojik bozukluklar arasındaki bağlantı kurduğu bilişsel terapi yaklaşımını geliştirmiştir.

 

Üçüncü Dalga: Bilinçli Farkındalık ve Kabul Odaklı Terapiler

21. yüzyılın ikinci on yılında, bilişsel davranışçı terapilerin neredeyse 70 yıllık geçmişiyle birlikte, geleneksel BDT yerine doğu bilgeliği temelli yeni yaklaşımlar geliştirilmeye başlanmıştır. Mevcut bilişsel ve davranışçı yöntemlere ek olarak veya bunlar yerine bilinçli farkındalık, kabul, şefkat odaklı yöntemler öneren bu yaklaşımlar “üçüncü dalga” bilişsel davranışçı terapiler olarak adlandırılmaktadır. Üçüncü dalga yaklaşımlar da ampirik araştırmalara dayanır, davranışın rolünü geleneksel BDT kadar hatta daha fazla önemser ve çoğu, düşüncelerin önemini gözetmeye devam eder. Temel kuramsal farklılıklar, kontrol ve duygusal kaçınma konularında ortaya çıkmaktadır. Üçüncü dalga terapiler, düşüncelerimizi ve duygularımızı kontrol etmeye çalışmanın çözümün bir parçası mı yoksa sorunun kendisi mi olduğunu sorgulamaya başlamıştır. Başka bir deyişle, yalnızca düşünce içeriğiyle değil, düşünme süreciyle de çalışabilme; sadece ne düşündüğümüzü değil, nasıl düşündüğümüzü değiştirme, düşüncelere yeni şekillerde tepki verme ve onları bağlam içinde değerlendirme söz konusudur. Düşünce ve duygularımızı kontrol etme çabamız tüm dikkat ve enerjimizi tüketmemeli, onlara verdiğimiz tepkiler değerli ve üretken bir yaşam sürmemizi sağlayacak esnek olmalıdır.

 

Marsha M. Linehan, üçüncü dalga bilişsel davranışçı terapiler arasında yer alan diyalektik davranış terapisinin, Steven C. Hayes, kabul ve kararlılık terapisinin, Paul Gilbert ise şefkat odaklı terapinin yaratıcısıdır.